Benim soyum Fatih'e dayanıyor
SOY KÜTÜĞÜ, SECERE, SOY AĞACI
(SOYUMUN ÇOK ÖNCESİNE NEDEN ULAŞAMIYORUM?)
-Benim soyumun Fatih'e dayandığı söyleniyor!
-Hangi Fatih?
-Fatih Sultan Mehmet Han!!
-Bunu araştırmak istiyorum...
-İyi de burası nüfus müdürlüğü..
-Tamam ben de onun için geldim zaten kayıtlarda görünmüyor mu?
-Tabii ki hayır kayıtlarımız 1905 yılında tutulan nüfus kütüklerine dayanmaktadır?
-Öncesi nerde vilayette mi? Bakanlıkta mı?
-Hayır öncesi yok zaten..
-İyi de eski kütüklerin Bakanlıkta olduğu söyleniyor..
-Eski kütük denilenler şu anda kullanılan kütüklerin baş tarafı Osmanlıca alt tarafı Türkçe olan aynı nüshaları?
-Atik var diyorlar, vukuat defteri var diyorlar, onlar nerede?
-Bunların hiçbirisi bugünkü kütüklerin öncesi değil....
Bu ve buna benzer diyaloglar yıllardır yaşadığım yüzlerce örneklerden biri... Herkeste nüfus kayıtlarının çok öncelere dayandığına dair kesin bir kanaat olduğu gibi, asil bir soydan geldiğinde de en ufak bir tereddütü yok. Oysa nüfus kayıtlarının çok öncelere dayandığı halde açıklanmadığı tamamen bir efsane..
Çok sevdiğim bir söz var; ”şarkta yazılı vesika geleneği yoktur.” Son derece doğru bir söz.
Ben bir nüfus personeliyim. Şu an ilçe nüfus müdürü olarak görev yapıyorum. Yıllardır çalıştığım bu teşkilatta en çok karşılaştığım talep, kişilerin çok öncelere dayandığını sandığı resmi aile kayıtlarını yani soy ağacını istemeleri olmuştur.
Tabii soy kayıtlarının 700-800 yıl öncesine gittiğini sanarak bilgi almak isteyenlerin çoğunun dedesinin dedesini bile göremeyince hayretler içine kaldıklarını görmeye alışmıştık bizler.
Bu konuda nüfus müdürlüklerine kızan, eski kayıtları bilgisayara geçmediğimizi sanan, bu kayıtların mutlaka öncesinin olduğunu düşünen bir çok insanın bizler ne desek tatmin olmadıklarını gördüm. Bu nedenle sık sık bizdeki kayıtların öncesinin nerede olduğu sorgulanıyordu. Öncesi sonrası yoktu tabii. Hepsi buydu nüfus kayıtlarının.
Bu konuda hiçbir bilgisi olmadığı halde atik kütüğü, vukuat defterleri, tahrir defterleri, şeriyye sicilleri gibi defterleri birilerinden duyup “ benim ailemin geçmişine bu defterlerden bakılmasını istiyorum” diyen bir çok kişiyle karşılaşmış ve onlara bu defterlerin ne demek olduğunu anlatmak için epey uğraşmıştım.
Bu kayıtların çok eskilere gitmediği konusunda biz nüfusçulara kızanların önemli bir bölümü; Sorunun bizlerde olduğuna inanmıştı. Onlara göre koskoca Osmanlı Devleti bu işlemleri ilk kurulduğu günden itibaren mutlaka düzenli bir şekilde tutmuş ancak iş bilmez bizim gibi eski ve yeni memurlar bu kayıtları yok etmiş veya günümüze taşıyamamış ve bilgisayar kayıtlarına girememişti.
Koskoca Osmanlının nüfus kayıtlarını bin yıl önce tutmaya başladığına inananlar nedense dünyaya hükmetmiş koskoca cihan padişahlarının bile hayatlarını kayıt altına alma gereği duymadığını dillendirmezlerdi. Bu durum padişahın derin tevazusundan da kaynaklanıyordu elbette. Cihana hükmedenler kendilerini ve ailelerini anlatıp yazmaktan hicap duymuş, utanmış olabilirlerdi. Padişahların bir çoğu “mağrur olma senden büyük Allah var prensibiyle” görev yapmışlar ve nesep üstünlüğünden çok ahlak üstünlüğüne önem vermişlerdir.
Şunu da unutmamalıyız ki biz Türkler savaşlar, yokluk ve kıtlıklarla çok boğuşan bir millet olduğumuzdan böylesine olaylar o dönemlerde bizim için bir lükstü de diyebiliriz.
Şimdi bilgisayar başına oturup google’den her türlü bilgiyi bulup, öğrenen ve onu kopyalayıp kayıt altına alan özellikle gençler 1980’li yıllarda bile bizim resmi dairelerde daktilo bulmakta zorlandığımızı bilmiyor. Evet 80’li yıllarda bile resmi yazışma kağıdı, zarfı ve resmi pul ödeneği yeterli değildi ve biz memurlar yazışmalarda teksir kağıdını ikiye bölerek yazıyor, zarfları ise ters çevirip yeniden kullanıyorduk. Bunun yüz-ikiyüz yıl öncesi savaş dönemlerini düşünün, günümüzdeki muazzam sistemle kıyaslanabilir mi hiç?
Yani geçmişi suçlamanın bir anlamı yok. İnsanın karnı açken ve karnını doyurma çabası hakimken “ben sosyal işlerle uğraşmalıyım görüşü” zihninden bile geçmez. Eski dönemlerde okur yazarlığın yok denecek kadar az olduğu da unutulmamalı. Ülkeler ve insanlar zenginleştikçe sosyal aktivitelerin gelişeceği açıktır. Fakirlik insanı sadece geçim denilen tek noktada odaklaştıran ve aklına “ bu illeti atlatmak ve karnını doyurmak gibi” bir ideolojiyi yerleştiren sıkıntılı bir durumdur.