Ergenekon efsane mi?
ERGENEKON DESTANI UYDURMA MI? “ Zaman yazarı Mümtaz’er tüm suçlamalarını neye dayandırıyor? Yakup Kadri’nin yazdığı “Ergenekon” kitabına. Güya emri veren de Mustafa Kemal. O zaman, bu fırsat kaçırılır mı? Böylece inanılmaz bir cehalet örneği verilerek, bu saldırılar yapılıyor. Görelim:
1. Mümtaz’er, Yakup Kadri’nin yazdığı “Ergenekon” kitabında, bu yazarın “Ergenekon Efsanesini” anlattığını sanıyor. Oysa Yakup Kadri bu kitabında Kuvayı Milliye’ye ait günlük yazılarını, Anadolu direnişini destekleyen yazılarını toplu olarak okuruna sunmaktadır. Kitabın “Ergenekon Efsanesi” ile uzaktan yakından hiçbir ilgisi yoktur.
Siz komediye bakar mısınız?
Yukardaki maddeler dolusu hakaretlerin ne kadar asılsız olduğuna bakar mısınız? Bunu cehaletlerine vermeye kalksanız, oldukça zor, çünkü yazar tarih konusunda doktora yapmış bir cahil. Bunu nasıl kabul edebilirsiniz? Yakup Kadri bir “teşbih” yani benzetme yapmak istemiş, Anadolu’da her türlü zorluğa rağmen direnen Türk halkının bu direncinin tıpkı Ergenekon’da olduğu gibi başarıyla sonuçlanacağını ifade etmek üzere, direnişi destekleyen yazılarından oluşan kitabına bu ismi vermiştir, hepsi bu kadar…
2. Kaldı ki “Ergenekon” bir Türk efsanesidir ve kanıtı da son derecede basittir. Evet Moğollar bu efsaneyi sahiplenirler ama, Tarih ciddî bir bilimin adıdır ve her yanlışı çözer. Yeter ki tarihçi denilen kişi gereken dikkat ve özeni gösterebilsin. O zaman yukardaki komik durumlara tarihçi düşmez. Cengiz Han’ın doğumu 1167. Tahta geçişi 1206. İmparatorluğunun gelişimi de Cengiz’le birlikte işte bu yıllar. Ölümü de 1227. Demek ki 13.ncü yüzyıldan bahsediyoruz. Cengiz’in tarihçisi Reşideddin bu tarihlerde, kendi yazdığı kitapta Ergenekon’dan bir Moğol efsanesi gibi bahsediyor. Oysa o günlerden 600 yıl kadar önce bir diğer Türk İmparatorluğu Göktürkler tarih sahnesindeler ve aynı efsane bir Türk Efsanesi olarak o dönemde de anılıyor. Nereden biliyoruz? Çin kaynaklarından. Göktürkler varken Moğollar yok. Göktürkler M.S. 552- 744 yılları arasında hüküm sürdüler ve daha sonra Çinliler tarafından tarih sahnesinden silindiler. Bu Çinliler ki Çin Seddini bile Türk saldırılarına karşı koyabilmek için inşa etmişlerdi, Türklerin savaş araç ve gereçleri üretmekteki, özellikle demiri işlemekteki maharetlerini kendi kayıtlarında sık sık zikrederler. Kılıç, bıçak, kargı gibi silahlarını özellikle Uygur Türklerinden satın alırlardı. Çünkü Türkler maden işlemede o dönemde çok ileriydiler.
3. Ergenekon efsanesi neye dayanıyor? Demirden dağı delip, yol açıp, esenliğe çıkmaya dayanıyor. Yani demir işçiliğine. Çinliler de “Moğollar demiri işlemeyi bilmezlerdi” diyorlar kayıtlarında. O halde, ortada delindiği iddia edilen bir dağ varsa, ki var, bunu yapanlar ancak Türkler olabilir, Moğollar değil.
4. Ergenekon Efsanesi Bozkurt efsanesiyle yan yanadır ve birbirini takip eder. Efsaneye göre çıkış yolu arayanlara yol gösterecek olan kutsal hayvan, bir bozkurttur. Çin, Türk ve Moğol kaynakları göstermektedir ki; Türklerin kutsal bildikleri hayvan, kurttur, Moğolların kutsal bildikleri hayvan, köpektir. Yani eğer Ergenekon bir Moğol efsanesi olsaydı, öne düşecek olan hayvan, bir “köpek” olmalıydı, kurt değil.
5. Moğolların değil ama, Göktürklerin ataları demircidir. Anavatanları ALTAY ve SAYAN dağlarıdır. Türklerin bu dağlarda işlettikleri demir ocaklarındaki demirin cevherinin yüksek olması ve Türkler tarafından da mükemmel işlenmesi, o çağların savaş endüstrisinin en önemli özelliğiydi. Oysa bu çağlardan 500 yıl kadar sonra sahneye çıkan Moğollar demir işlemeyi gene Türklerden, yani Uygurlardan öğrendiler. Ne var ki, Ergenekon Efsanesini kendi efsaneleri gibi dillendirmelerinden 500 yıl önce, bu efsane o ellerde zaten söylenip duruyordu. 6. Ergenekon Destanı, Hive Hanı EBULGAZİ BAHADIR Han’ın 17. yüzyılda yazdığı “Şecere Türk” (Türklerin Soykütüğü) adlı eserde de kaydedilir. ( Bu konularda daha fazla bilgi için, bak., Prof. Dr. Bahaeddin Ögel, TÜRK MİTOLOJİSİ, 1.cilt, sf. 59-71.).
Bütün bu bilgilerin ışığında gelin, hükmünüzü siz verin.
Dr. Orhan Çekiç Maltepe Üniversitesi Cumhuriyet Tarihi Bölüm Başkanı ................................... Son günlerde medya "Ergenekon" haberleriyle dolup taşıyor. Tamam, "Türk Gladyosu" olduğu ve Türkiye'de bir kaos ortamı yaratarak darbeye zemin hazırlamak istediği iddia edilen gizli bir örgütün ismi...
Peki, bu örgütün kendisine isim olarak seçtiği Ergenekon nedir, ne demektir? Bu konuları gündeme getirmek de galiba benim gibi yazarlara düşüyor. Efendim, Ergenekon, Reşidüddin adlı Moğol tarihçisinin Camiü't-Tevarih ve Ebülgazi Bahadır Han'ın Şecere-i Türk isimli eserlerinden bildiğimiz, bu iki eserde Moğol efsanesi olarak anlatılmakla beraber, başta Fuat Köprülü olmak üzere birçok ilim adamının aslında Göktürklerin türeyiş destanı olduğunu iddia ettikleri, öteden beri bize böyle öğretilen bir destanın adıdır. Efsaneye göre, Tatar hanı Sevinç Han, Kırgız hanını ve başka hanları yanına alarak Göktürklere saldırır. Savaşı Göktürkler kazanırlarsa da, ganimete üşüşüp gaflete düşünce sür'atle geri dönüp saldıran düşmanları tarafından kılıçtan geçirilirler. Yalnız Göktürk hakanı İlhan'ın o yıl evlendirdiği Kıyan adlı küçük oğlu ve Nüküz (Ziya Gökalp'ın "Nohuz" şeklinde kaydettiği bu ismi, bazı yazarlar Tokuz'a çevirmişlerdir) isimli bir yeğeni vardır; bunlar eşleriyle birlikte kurtulmayı başararak at, davar ve devenin bol olduğu bir yere gelirler. Sürüleri önlerine katıp karla kaplı, sarp bir geçide ulaşırlar. Tehlikeyi göze alarak geçide girip ilerleyince karşılarına cennet gibi bir vadi çıkar. Her türlü av hayvanının bulunduğu bu verimli vadiye Ergenekon adını verirler. "Ergene" sarp, "kon" ise geçit demektir. İki aile, hayvanların etlerini yer, sütlerini içer, derilerini giyerler ve çocuklarını birbirleriyle evlendirerek çoğalmaya başlarlar. Aradan dört yüz yıl geçer. Artık bu vadiye sığamayacaklarını anlayınca atalarından duydukları geçidi ararlar, fakat bulamazlar. Bir demirci, vadiyi kuşatan dağlardan birinin demirden olduğunu, onu eriterek bir yol açabileceklerini söyler. Bunun üzerine dağın en geniş yerine bir kat odun, bir kat kömür yığarlar. Yetmiş deriden körük yapıp yetmiş yere yerleştirirler ve yaktıkları ateşi körüklemeye başlarlar. Demir erir ve yüklü bir devenin geçebileceği genişlikte bir yol açılır. Bu yolu kullanarak dışarı çıkar, Tatarlardan öçlerini alırlar. O sırada Göktürklerin hükümdarı Börteçene'dir. Börteçene, Moğolcada "Bozkurt" anlamına gelir. Ergenekon'dan çıkışta bir bozkurdun yol gösterdiğine dair ayrıntı efsaneye sonradan eklenmiştir. Ancak bu konuda yazıp çizenler, Reşidüddin tarafından nakledilen efsanede Börteçene'nin Göktürk geleneğinin bir uzantısı olduğunu düşünüyor, hükümdar diye zikredilmesini İslâmî anlayışa uydurma gayretiyle açıklıyorlar. Efsanenin ilgi çekici bir ayrıntısı daha var: Göktürkler, Ergenekon'dan Nevruz günü, yani 21 Mart'ta çıkmışlardır; o günü hiç unutmazlar ve her 21 Mart'ta bir demir parçasını kızdırarak, önce Hakan, sonra beyler, örste döverek kutlama törenleri yaparlar (Türk büyükleri bu töreni günümüze de taşımışlardı; hâlâ devam ediyor mu, bilmiyorum!) Ergenekon, hakikaten güzel bir efsanedir! Fakat bu efsaneyi, bazı şairlerimizin yaptığı gibi, bugünün Türkçesiyle nazma çekerek yaşatmak mümkün değil. Bütün toplum tarafından sahip çıkılması gereken mitlerin, sembollerin, kavramların marjinal gruplar elinde kullanılamaz hâle gelmesini önlemenin en etkili yolu, onları yeniden yorumlayıp evrensel anlamlar yükleyerek şiire, romana, tiyatroya, sinemaya, plastik sanatlara vb. kazandırmaktır. Sinemanın bugün ulaştığı teknolojik imkânları kullanarak yapılacak bir Ergenekon filminin ne kadar heyecan verici olacağını tahmin edebiliyor musunuz? Bu destana herhangi bir Avrupalı millet sahip olsaydı, bugüne kadar kaç operası, kaç balesi yapılmış, kaç romana konu olmuş, kaç ressamın hayalini kuşatmış ve kaç sinema filminde ince ince işlenmiş olurdu? Bizde sadece Ziya Gökalp ilgilenmiş: Börteçene kurdun adı, Ergenekon yurdun adı; Dört yüz sene durdun, hadi, Çık ey yüz bin mızrağımız! mısralarıyla meşhur olan "Ergenekon Destanı"nı ve aynı efsaneden ilham alarak manzum "Alageyik" masalını yazmış, o kadar. Bir de, yanlış hatırlamıyorsam, Münif Fehim'in güzelce bir "Ergenekon'dan Çıkış" tablosu vardır. Hayır, Yakup Kadri'nin Ergenekon'unu unutmadım. Ünlü yazarın Millî Mücadele yazılarını topladığı kitabının ismiyle tek ilişkisi önsözündeki şu cümledir: "Nerede ise yarım yüzyıllık bir hikâye bu. Ergenekon zaten bir masalın adı. Millî Mücadele ise bir Bozkurt destanı." Açıkçası, Yakup Kadri, Millî Mücadele'yi Ergenekon'dan çıkışa, Mustafa Kemal'i ise Bozkurt'a benzetiyor. Peki, Ergenekon destanının özünün en güzel ifadesini İstiklâl Marşı'nda bulduğunu söylesem inanır mısınız? Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner aşarım, Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım! Ah, ah! Önce güzelim Kızılalma'yı aşındırdılar, şimdi de Ergenekon gitti! Yazık ki ne yazık! ....................... |