Kerim Demir>> Site içi arama
Hoşgeldiniz Kerim Demir |

Bilgi

YENİ EKLENENLER

İçerik

Kerim DEMİR

Ergenekon efsane mi?

ERGENEKON DESTANI UYDURMA MI?

Ergenekon efsanesi nedir önce ona bakalım:

Ergene: Sarp, Kon: Geçit demektir. Ergenekon: sarp geçit anlamına gelir. Ergenekon Moğol tarihçi Reşidüddin'in Camiü't-Tevarih ve Ebülgazi Bahadır Han'ın Şecere-i Türk isimli eserlerinde Moğol destanı olarak anlatılan efsanedir.

Bildiğimiz en önemli iki Göktürk destanından birisi olan Ergenekon'da Göktürk'lerin yeniden doğuşu anlatılır. Hile ile düşman tarafından yenilgiye uğratılan Türklerin tamamı düşman tarafından yok edilmiş sadece bir küçük bir çocuk kurtulmuştur. Bu çocuğu dişi bir kurt emzirir ve çocuk böylece büyür ve Türk soyu yeniden gelişir. Türkler etrafı demir dağlarla çevrili bir ovada yaşarlar. Bu ovanın adı Ergenekon'dur. Türkler zamanla çoğalıp ovaya sığmayınca çıkış yolu ararlar. Demir dağını büyük bir ateş yakarak eritirler ve yolu açarlar. Çıkışta bir bozkurt Türklere yol gösterir, bozkurtun önderliğinde Ergenekondan çıkış gerçekleşir. Sonrasında elden giden bütün Türk yurtları tekrar Türklerin egemenliği altına girer.

Bu konuda bu bir Moğol destanıdır ve Türklerle ilgisi yoktur dolayısıyla  safsatadır diyenler olduğu gibi, Göktürkler var iken Moğollar yoktu.
Göktürkler M.S. 552- 744 yılları arasında hüküm sürdüler ve daha sonra Çinliler tarafından tarih sahnesinden silindiler. Dolayısıyle Ergenekon destanı Türklere ait ve gerçektir diyenler de vardır. Şimdi bu konuda keskin görüşler içeren birkaç yazı var. Dikkatlice okuyup siz karar verin.

Mümtazer TÜRKÖNE'nin yazısı
Ergenekon Efsanesi kime ait?

 
Bir yalana çok fazla insanın inanması, sahte olanı gerçek yapmaz. Türklerin "çıkış" efsanesi olarak anlatılan Ergenekon, bir safsatadan ibaret. Sahte masallar dünyasında mutlu bir şekilde yaşamak mümkün. Ama birilerini mutlu eden bu hayaller başkaları için bir kâbusa dönüşmüş ise, uyanmanın vaktidir.

Hikâyenin aslı şöyle. Cumhuriyet, kurulduktan sonra kendi tarihini yazmaya girişiyor. Bu tarihin iki temel ihtiyaca cevap vermesi bekleniyor. Cumhuriyetin yeniliği, imparatorluk modeli bir devletin yerine bir ulus-devlet şeklinde kendini inşa etmesi. Birinci ihtiyaç bu ulus-devletin ulusunu oluşturmak. İkincisi ise, Avrupalıların "Türkler bu coğrafyanın yerli halkı değiller, onları Orta Asya'ya geri gönderelim" tezi üzerine inşa edilen düşmanlığa karşı durmak. Bunun için ise Türklerin Anadolu'nun yerli halkı olduğunu ispatlamak gerekiyor. 1930'larda Atatürk'ün önderliğinde oluşturulan Türk Tarih Tezi, bu iki ihtiyaca cevap vermek için geliştirilmiştir. Bu Tez'in iki temel iddiası vardır. Birincisi, Türklerin 5 bin yıllık çok eski bir ulus olması. İkincisi, Anadolu'da yaşayan Hititlerin, Romalıların atası Etrüsklerin Türk olduğu ve dolayısıyla bu toprakların eskiden beri Türklere ait olması.

5 bin yıl öncesine giderek, birkaç yıl öncesinin Osmanlı'sını reddetmek, yeni bir ulusun yaratılacağı çok uzak bir geçmişin belirsizliğine sığınmak ve oradan istediğiniz her şeyi çıkartmak mümkündü. 5 bin yıl öncesi esaslı hiçbir bilginin olmadığı, dolayısıyla kolaylıkla yeni baştan yazılabilecek kadar karanlıktı.
Çocukken tarih kitaplarında bize anlatılan "Göç haritaları" ile bugün Ergenekon Terör Örgütü'ne ilham kaynağı olan Ergenekon Efsanesi, Türk Tarih Tezi'nin sahteliklerinden geriye kalan birkaç izden sadece ikisi. Ankara'da Sıhhiye meydanındaki, Hitit güneş kursu, Etibank ve Sümerbank isimleri de öyle. Ergenekon Efsanesi, farklı versiyonları ile Çin kaynaklarında geçen ve Moğol kabilelerine atfedilen efsanelerden biri. İlhanlı tarihçisi Reşidüddin'in "Cami-üt Tevarih" isimli tarih kitabı ise, bizdeki versiyonun kaynağı. Reşidüddin bu efsaneyi bir Moğol efsanesi olarak naklediyor.

Bizde bu konuda tek otorite olarak kabul edilen Bahaddin Ögel'in Türk Mitolojisi (I) isimli kitabını 14. sayfasından itibaren dikkatle okuyanlar, bu efsanenin Türklere ait olmadığına ikna olacaktır. "Moğollar da Türk idi" tezi ile bu efsaneyi dönüştürmek de mümkün değil; çünkü bu efsanelerde geçen Moğolların düşmanları Türklerden başkası değil. İddia edilenin tam tersine Türkler (bir Hun hakanı) bir Moğol kabilesini yok ediyor; geride tek kalan çocuğun ayakları kesiliyor ve sonra bir Kurt o çocuktan hamile kalıyor.

Ergenekon, bir Türk efsanesi olarak Kurtuluş Savaşı sırasında Yakup Kadri tarafından icat edilmiştir. Halbuki efsaneler, bir toplumun ortak hafızasıdır. Efsaneler ve destanlar vasıtasıyla o toplumun ortak geçmişi, yeni nesillere aktarılır. Osmanlı'da, Selçuklu'da en küçük izine rastlanmayan bir hikâyeyi, Cumhuriyet kuruluşuyla birlikte 5 bin yılın içinde birdenbire "keşfetmek" ve sadece tek "yabancı" kaynağa dayanmak ne kadar inandırıcı? Milli Eğitim Bakanlığı'nın bu sahtelikleri ders kitaplarından acilen temizlemesi lâzım.

Niyetim kimsenin kutsalıyla, inancıyla uğraşmak değil. Ergenekon Efsanesi ve Kurt figürünün MHP ideolojisinin önemli sembollerinden biri olduğu herkesin malûmu. At izi it izine karıştı. Türkiye'nin sahip olduğu her şeye kasteden tehdidin adı Ergenekon olarak kayda geçti. Bu tehdidin varlığı bile, Ergenekon efsanesi gibi sahteliklerin eseri. Demek ki sahtelikler akıl dışı sapmalara yol açıyor.

O zaman putları parçalamak gerekiyor. Bizim beş bin yılın karanlığından, Moğol kabilelerinden aşırdığımız sahteliklere değil, henüz üzerinden üç nesil bile geçmemiş yakın tarihimizin gerçeklerine ihtiyacımız var. Moğol efsanesindeki kurdun izini aramak yerine Osmanlı'dan kalma haritaların ayrıntılarına bakmalıyız. Bir kurdun peşinden gidecekler ile Osmanlı'nın bize miras bıraktığı ahlakî otoriteye rıza gösterecek Ortadoğu halklarını karşılaştırmayı deneyin. Bizim yeniyetme halklar gibi büyük görünmek için sahte bir tarihe ihtiyacımız yok. Osmanlı'dan devraldığımız miras zaten yeteri kadar büyük.

Mümtazer TÜRKÖNE-22.02.2009




Orhan ÇEKİÇ'in yazısı

ERGENEKON EFSANESİ GÖKTÜRKLERE AİT…


Şimdi gelelim işin aslına:

“ Zaman  yazarı Mümtaz’er tüm suçlamalarını neye dayandırıyor? Yakup Kadri’nin yazdığı “Ergenekon” kitabına. Güya emri veren de Mustafa Kemal. O zaman, bu fırsat kaçırılır mı? Böylece inanılmaz bir cehalet örneği verilerek, bu saldırılar yapılıyor. Görelim:

 

1. Mümtaz’er, Yakup Kadri’nin yazdığı “Ergenekon” kitabında, bu yazarın “Ergenekon Efsanesini” anlattığını sanıyor. Oysa Yakup Kadri bu kitabında Kuvayı Milliye’ye ait günlük yazılarını, Anadolu direnişini destekleyen yazılarını toplu olarak okuruna sunmaktadır. Kitabın “Ergenekon Efsanesi” ile uzaktan yakından hiçbir ilgisi yoktur.

 

Siz komediye bakar mısınız?

 

Yukardaki maddeler dolusu hakaretlerin ne kadar asılsız olduğuna bakar mısınız? Bunu cehaletlerine vermeye kalksanız, oldukça zor, çünkü yazar tarih konusunda doktora yapmış bir cahil. Bunu nasıl kabul edebilirsiniz? Yakup Kadri bir “teşbih” yani benzetme yapmak istemiş, Anadolu’da her türlü zorluğa rağmen direnen Türk halkının bu direncinin tıpkı Ergenekon’da olduğu gibi başarıyla sonuçlanacağını ifade etmek üzere, direnişi destekleyen yazılarından oluşan kitabına bu ismi vermiştir, hepsi bu kadar…

 

2. Kaldı ki “Ergenekon” bir Türk efsanesidir ve kanıtı da son derecede basittir. Evet Moğollar bu efsaneyi sahiplenirler ama, Tarih ciddî bir bilimin adıdır ve her yanlışı çözer. Yeter ki  tarihçi denilen kişi gereken dikkat ve özeni gösterebilsin. O zaman yukardaki komik durumlara tarihçi düşmez.

Cengiz Han’ın doğumu 1167. Tahta geçişi 1206.  İmparatorluğunun gelişimi de Cengiz’le birlikte işte bu yıllar. Ölümü de 1227.  Demek ki 13.ncü yüzyıldan bahsediyoruz. Cengiz’in tarihçisi Reşideddin bu tarihlerde, kendi yazdığı kitapta Ergenekon’dan bir Moğol efsanesi gibi bahsediyor.  Oysa o günlerden 600 yıl kadar önce bir diğer Türk İmparatorluğu Göktürkler tarih sahnesindeler ve aynı efsane bir Türk Efsanesi olarak o dönemde de anılıyor. Nereden biliyoruz? Çin kaynaklarından. Göktürkler varken Moğollar yok. Göktürkler M.S. 552- 744 yılları arasında hüküm sürdüler ve daha sonra Çinliler tarafından tarih sahnesinden silindiler. Bu Çinliler  ki Çin Seddini bile Türk saldırılarına karşı koyabilmek için  inşa etmişlerdi, Türklerin savaş araç ve gereçleri üretmekteki, özellikle demiri işlemekteki maharetlerini kendi kayıtlarında sık sık zikrederler. Kılıç, bıçak, kargı gibi silahlarını özellikle Uygur Türklerinden satın alırlardı. Çünkü Türkler maden işlemede o dönemde çok ileriydiler.

 

3. Ergenekon efsanesi neye dayanıyor? Demirden dağı delip, yol açıp, esenliğe çıkmaya dayanıyor. Yani demir işçiliğine. Çinliler de “Moğollar demiri işlemeyi bilmezlerdi” diyorlar kayıtlarında. O halde, ortada delindiği iddia edilen bir dağ varsa, ki var, bunu yapanlar ancak Türkler olabilir, Moğollar değil.

 

4. Ergenekon Efsanesi Bozkurt efsanesiyle yan yanadır ve birbirini takip eder. Efsaneye göre çıkış yolu arayanlara yol gösterecek olan kutsal hayvan, bir bozkurttur. Çin, Türk ve Moğol kaynakları göstermektedir ki;

Türklerin kutsal bildikleri hayvan,  kurttur,

Moğolların kutsal bildikleri hayvan, köpektir.

Yani eğer Ergenekon bir Moğol efsanesi olsaydı, öne düşecek olan hayvan, bir “köpek” olmalıydı, kurt değil.

 

 

5. Moğolların değil ama, Göktürklerin ataları demircidir. Anavatanları ALTAY ve SAYAN dağlarıdır. Türklerin bu dağlarda işlettikleri demir ocaklarındaki demirin cevherinin yüksek olması ve Türkler tarafından da mükemmel işlenmesi, o çağların savaş endüstrisinin en önemli özelliğiydi.  Oysa bu çağlardan 500 yıl kadar sonra sahneye çıkan Moğollar demir işlemeyi gene Türklerden, yani Uygurlardan öğrendiler. Ne var ki, Ergenekon Efsanesini kendi efsaneleri gibi dillendirmelerinden 500 yıl önce, bu efsane o ellerde zaten söylenip duruyordu.

6. Ergenekon Destanı, Hive Hanı EBULGAZİ BAHADIR Han’ın 17. yüzyılda yazdığı “Şecere Türk” (Türklerin Soykütüğü) adlı eserde de kaydedilir. ( Bu konularda daha fazla bilgi için, bak., Prof. Dr. Bahaeddin Ögel, TÜRK MİTOLOJİSİ, 1.cilt, sf. 59-71.).

 

Bütün bu bilgilerin ışığında gelin, hükmünüzü siz verin.

 

Dr. Orhan Çekiç

Maltepe Üniversitesi

Cumhuriyet Tarihi Bölüm Başkanı

...................................

Mustafa Çetin Baydar'ın yazısı

BUNLAR DA DÜZMECE EFSANELER.
Efsane uydurmak Batı alemine Kur’anın rehberliğinde üstünlük kurmuş olan Osmanlı toplumunu İslamiyetten koparıp Irkçı bir ideale bağlamak isteyen mihrakların marifeti olarak ortaya çıkmıştır. Bunların 19.asırda uydurulduğu bu tarihten önceki asırların hiç birinde bu kabil yavelerin olmayışından bellidir. Orhun yazıtlarında, Dr.Radlof’un Sibirya tedkiklerinde, Ziya Gökalp’in hiçbir eserinde kurt-insan çiftleşmesinden Türklerin neşet ettiği safsatası yer almaz.
......................

Ahmet B. Ercilasun'un yazısı

Bilindiği gibi 11. yüzyılda Kâşgarlı Mahmud da eserine “Dîvânü Lügati’t-Türk” adını vermiştir. Liu Mau-tsai, doğrudan doğruya Köktürklerle aynı zamana ait Çin kaynaklarını tercüme etmiştir. İşte bu kaynaklardan 629 tarihli Cou-şu’daki kayıt:
“T’u-küe’ler, Hiung-nu (Hun)ların özel bir ırkıdır. Soyadları A-şi-na’dır. Önce Hunlardan bağımsız bir kabile kurdular; ama daha sonra bir komşu ülkenin saldırısına uğradılar. On yaşında bir oğlan çocuğuna varıncaya kadar bütün kabile kılıçtan geçirilerek yok edildi. Düşman askerleri, oğlanın daha çok küçük olduğunu görünce, onu öldürmeye yürekleri elvermedi. Sonunda ayaklarını keserek, üzeri otlarla kaplı bir bataklığın içine attılar. Bataklığın içinde, bir dişi kurt vardı, çocuğu etle besledi. Böylece oğlan çocuk serpildi büyüdü, dişi kurtla ilişkiye girdi, kurt ondan hamile kaldı. Komşu devletlerin kralı gencin hâlâ sağ olduğunu öğrenince, adamlarını yeniden oraya gönderdi. Gelenler, gencin yanında dişi kurdu görünce, onu da öldürmek istediler. Bunun üzerine dişi kurt, Kao-ç’ang (Turfan) Devleti’nin kuzeyinde bulunan bir dağa kaçarak sığındı. Bu dağda bir mağara vardı, mağaranın içinde, üzeri otlarla kaplı alabildiğine geniş bir ova uzanıyordu. Yüzlerce li genişliğindeki ova dağlarla çevriliydi. Dişi kurt dağlara saklandı. Orada on erkek çocuk dünyaya getirdi. Oğlanlar büyüdüklerinde mağaradan çıkarak dışarıdaki kadınlarla evlendiler.”
Aynı dönemlerdeki bir Çin kaynağının adı da Sui-şu’dur. (Çinlilerin) Sui (sülalesinin) tarihi demektir. Liu Mau-tsai, 636 tarihli bu kaynağı da tercüme etmiştir. Rivayet hemen hemen aynıdır.Bu rivayetin sonunda, (başbuğları A-şi-na) “soylarını unutmak istemediklerini göstermek amacıyla da, çadırın önüne üzerinde kurt kafası bulunan bir bayrak astı” kaydı da vardır.
Çin kaynaklarında kayıtlı bu rivayetler, 1968 yılında bulunan Bugut Yazıtı’nda, taş üzerinde kabartma olarak da yer almıştır. Kabartmada bir kurdun altında elleri ve ayakları kesilmiş bir çocuk sureti vardır. Yazıtı, 1971 yılında Klyaştorniy ve Livşits, Rusça bir ilmî yayında tanıtmışlardır. Bugut Yazıtı, 572-581 yılları arasında Köktürk kağanı olan Tapar Kağan adına dikilmiştir.
..................


Beşir AYVAZOĞLU'nun yazısı

"Ergenekon yurdun adı"

Son günlerde medya "Ergenekon" haberleriyle dolup taşıyor. Tamam, "Türk Gladyosu" olduğu ve Türkiye'de bir kaos ortamı yaratarak darbeye zemin hazırlamak istediği iddia edilen gizli bir örgütün ismi...

 

Peki, bu örgütün kendisine isim olarak seçtiği Ergenekon nedir, ne demektir?

Bu konuları gündeme getirmek de galiba benim gibi yazarlara düşüyor.

Efendim, Ergenekon, Reşidüddin adlı Moğol tarihçisinin Camiü't-Tevarih ve Ebülgazi Bahadır Han'ın Şecere-i Türk isimli eserlerinden bildiğimiz, bu iki eserde Moğol efsanesi olarak anlatılmakla beraber, başta Fuat Köprülü olmak üzere birçok ilim adamının aslında Göktürklerin türeyiş destanı olduğunu iddia ettikleri, öteden beri bize böyle öğretilen bir destanın adıdır.

Efsaneye göre, Tatar hanı Sevinç Han, Kırgız hanını ve başka hanları yanına alarak Göktürklere saldırır. Savaşı Göktürkler kazanırlarsa da, ganimete üşüşüp gaflete düşünce sür'atle geri dönüp saldıran düşmanları tarafından kılıçtan geçirilirler. Yalnız Göktürk hakanı İlhan'ın o yıl evlendirdiği Kıyan adlı küçük oğlu ve Nüküz (Ziya Gökalp'ın "Nohuz" şeklinde kaydettiği bu ismi, bazı yazarlar Tokuz'a çevirmişlerdir) isimli bir yeğeni vardır; bunlar eşleriyle birlikte kurtulmayı başararak at, davar ve devenin bol olduğu bir yere gelirler. Sürüleri önlerine katıp karla kaplı, sarp bir geçide ulaşırlar. Tehlikeyi göze alarak geçide girip ilerleyince karşılarına cennet gibi bir vadi çıkar. Her türlü av hayvanının bulunduğu bu verimli vadiye Ergenekon adını verirler. "Ergene" sarp, "kon" ise geçit demektir. İki aile, hayvanların etlerini yer, sütlerini içer, derilerini giyerler ve çocuklarını birbirleriyle evlendirerek çoğalmaya başlarlar. Aradan dört yüz yıl geçer. Artık bu vadiye sığamayacaklarını anlayınca atalarından duydukları geçidi ararlar, fakat bulamazlar. Bir demirci, vadiyi kuşatan dağlardan birinin demirden olduğunu, onu eriterek bir yol açabileceklerini söyler. Bunun üzerine dağın en geniş yerine bir kat odun, bir kat kömür yığarlar. Yetmiş deriden körük yapıp yetmiş yere yerleştirirler ve yaktıkları ateşi körüklemeye başlarlar. Demir erir ve yüklü bir devenin geçebileceği genişlikte bir yol açılır. Bu yolu kullanarak dışarı çıkar, Tatarlardan öçlerini alırlar. O sırada Göktürklerin hükümdarı Börteçene'dir. Börteçene, Moğolcada "Bozkurt" anlamına gelir.

Ergenekon'dan çıkışta bir bozkurdun yol gösterdiğine dair ayrıntı efsaneye sonradan eklenmiştir. Ancak bu konuda yazıp çizenler, Reşidüddin tarafından nakledilen efsanede Börteçene'nin Göktürk geleneğinin bir uzantısı olduğunu düşünüyor, hükümdar diye zikredilmesini İslâmî anlayışa uydurma gayretiyle açıklıyorlar.

Efsanenin ilgi çekici bir ayrıntısı daha var: Göktürkler, Ergenekon'dan Nevruz günü, yani 21 Mart'ta çıkmışlardır; o günü hiç unutmazlar ve her 21 Mart'ta bir demir parçasını kızdırarak, önce Hakan, sonra beyler, örste döverek kutlama törenleri yaparlar (Türk büyükleri bu töreni günümüze de taşımışlardı; hâlâ devam ediyor mu, bilmiyorum!)

Ergenekon, hakikaten güzel bir efsanedir! Fakat bu efsaneyi, bazı şairlerimizin yaptığı gibi, bugünün Türkçesiyle nazma çekerek yaşatmak mümkün değil. Bütün toplum tarafından sahip çıkılması gereken mitlerin, sembollerin, kavramların marjinal gruplar elinde kullanılamaz hâle gelmesini önlemenin en etkili yolu, onları yeniden yorumlayıp evrensel anlamlar yükleyerek şiire, romana, tiyatroya, sinemaya, plastik sanatlara vb. kazandırmaktır.

Sinemanın bugün ulaştığı teknolojik imkânları kullanarak yapılacak bir Ergenekon filminin ne kadar heyecan verici olacağını tahmin edebiliyor musunuz? Bu destana herhangi bir Avrupalı millet sahip olsaydı, bugüne kadar kaç operası, kaç balesi yapılmış, kaç romana konu olmuş, kaç ressamın hayalini kuşatmış ve kaç sinema filminde ince ince işlenmiş olurdu? Bizde sadece Ziya Gökalp ilgilenmiş:

Börteçene kurdun adı,

Ergenekon yurdun adı;

Dört yüz sene durdun, hadi,

Çık ey yüz bin mızrağımız!

mısralarıyla meşhur olan "Ergenekon Destanı"nı ve aynı efsaneden ilham alarak manzum "Alageyik" masalını yazmış, o kadar. Bir de, yanlış hatırlamıyorsam, Münif Fehim'in güzelce bir "Ergenekon'dan Çıkış" tablosu vardır.

Hayır, Yakup Kadri'nin Ergenekon'unu unutmadım. Ünlü yazarın Millî Mücadele yazılarını topladığı kitabının ismiyle tek ilişkisi önsözündeki şu cümledir: "Nerede ise yarım yüzyıllık bir hikâye bu. Ergenekon zaten bir masalın adı. Millî Mücadele ise bir Bozkurt destanı." Açıkçası, Yakup Kadri, Millî Mücadele'yi Ergenekon'dan çıkışa, Mustafa Kemal'i ise Bozkurt'a benzetiyor.

Peki, Ergenekon destanının özünün en güzel ifadesini İstiklâl Marşı'nda bulduğunu söylesem inanır mısınız?

Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner aşarım,

Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım!

Ah, ah! Önce güzelim Kızılalma'yı aşındırdılar, şimdi de Ergenekon gitti! Yazık ki ne yazık!

.......................




 

Kerim DEMİR(www.kerimdemir.tr.gg)

 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol