İstiklal Marşı Osmanlıca Metni
Meclis alkış tufanları arasında çalkalanıyordu. O gün, görüşmelerle geçti. Marşın esas kabulü
12 Mart 1337(1921) tarihinin ikinci celsesinde oldu.
Ne kadar ibretli bir durum ki İstiklâl Marşı şairi tevazuundan kendi Marşı’nı kürsüden okumuyor. Bu görevi H. Suphi Bey yerine getiriyor.
Yine ne kadar ibretli bir durumdur ki, M. Âkif’in şiiri, Millî Marş olarak kabul edilirken şairi, sıkılarak salondan dışarı fırlamış, cümle kapısından çıkmış, hatta caddeyi boylamıştı. Konulan ödülü de almamış, çek’ini yoksul kadınlara ve çocuklara örgü işleri öğretmek üzere açılan
“Daru’l-Mesai” adındaki iş yurduna bağışlamıştı.
Sözün burasında şu hakikati belirtelim; O günlerde bir memur maaşı 7.5 liradır ve 10 lira zenginlik ölçüsü sayılmaktadır.
Bir başka ibretli hâle bakın ki, Âkif ödül olarak verilen 500 lira gibi o gün için büyük bir değer taşıyan parayı almadığı günlerde, paltosu olmadığı için sokağa ya ödünç bir palto ile veyahutta ceketle çıkmak durumunda kalıyordu.
Âkif, İstiklâl Marşı konusunda çok hassastı. Birkaç gazeteci, ölümünden kısa bir süre önce ziyaretine gittiler. Söz İstiklâl Marşı’ndan açıldı.
İstiklâl Marşı denince Üstadın gözleri büyümüş ve parlamıştı. Hastabakıcının yardımıyla doğruldu, anlatmaya başladı:
İstiklâl Marşı… O günler ne samimi, ne heyecanlı günlerdi! O şiir, milletin o günkü heyecanının bir ifadesidir. Binbir facia karşısında bunalan ruhların, ızdıraplar içinde halas dakikalarını beklediği bir zamanda yazılan o Marş, o günlerin kıymetli bir hatırasıdır. O şiir bir daha yazılamaz. Onu kimse yazamaz. Onu ben de yazamam. Onu yazmak için o günleri görmek, o günleri yaşamak lâzım. O şiir artık benim değildir. O, milletin malıdır. Benim millete karşı en kıymetli hediyem budur.
İstiklâl Marşı’mız, bizim âdeta tarihimizdir. Geleceğimizin bir aynası ve bütün milletimizin iman ve ahlakta son gayesi olan temel esasların bir özüdür.
Büyük Âkif, milletinin ruhunu okumuş ve onu sanki taşa kazırcasına yazarak, bir anıt gibi gözler önüne dikmiştir.