Kerim Demir>> Site içi arama
Hoşgeldiniz Kerim Demir |

Bilgi

YENİ EKLENENLER

İçerik

Kerim DEMİR

Hun'lar Türk müydü?


Türk sözcüğü bir sıfat olarak mı kullanıldı ?

Bu söyleşi  Metin Gülbay tarafından 23.02.2001 tarihinde İstanbul Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Müdürü Prof.Dr.Osman Fikri Sertkaya ile yapılmış ve Nethaber'de yayımlanmıştır..




Göktürk denilince ne anlamamız gerekiyor?

 

Önce Göktürk’ü konuşmayalım, Türk’ü konuşalım. Asya’nın ortalarında 550’lerde, yani 6. yüzyılın ortalarında bir güç, kuvvet beliriyor. Kavimlerin hiç ismi olmamıştır. Çünkü gramerde isim yoktur, sıfat vardır. Asya’da beliren bu kuvvete, kudrete yani topluluğa bir isim veriliyor. Komşuları mesela Çinliler Tu-ki-yu yahut Tu-ku-yu diyor, Tibetliler duruggu diyor, Akhunlar Turuşka diyor, Ural kavimleri Török diyor, bu kavmin metinlerinde de ya Török olarak geçiyor ya da Türük olarak geçiyor. Ancak gramerciler diyor ki Türkçe’de ikinci hecede ö sesi geçmez, dolayısıyla bunu ya Törük okuyacaksınız, ya Türük okuyacaksınız. Sonra iki heceli kelimelerdeki ü sesi düşüyor, kelimeyi daha sonraki devrelerde ya Törk göreceksiniz veya Türk göreceksiniz. Genel okuyuş Türk şeklinde oluyor. Yani kavmin kendisine vermiş olduğu isim Türk diyelim, ama komşuları buna dediğim gibi kendi dillerindeki telaffuzlarla söylüyorlar.

Yani Türkler adlarını onlardan almıyorlar...

Hayır, hayır. Ama bu kelime ne demek acaba? Yani niye başka bir kelime kullanmadılar da bunu kullandılar? Acaba bu başka kavimlerin onlara vermiş olduğu bir isim mi, tabi bu da biliniyor ama... Daha sonra Divan-ı Lugat it Türk bulunuyor. Kaşgarlı Mahmud tarafından Araplar’a Türkçe’yi öğretmek için yazılan Arapça bir sözlük, Türkçe değil. Türkçe kelimeleri Arapça açıkladığı için anlamını alıyoruz. Türk kelimesine geliyor, diyor ki “güç, kuvvet, ne demektir. Eş anlamlısı erk”tir diyor. “Erk Türk olarak kullanılır” diyor. “Ve Türk güneş idü” diyor. Güneşin en dik olduğu zamanın ışığıdır, diyor. Yani kuvvetli güneş zamanı. “Türk üzüm idü” diyor. Üzümlerin en olgun olduğu zaman yani, ham üzüm değil yani. O zaman anlıyoruz ki Türk kelimesi sıfat olarak “güç, kuvvet ve güçlü kuvvetli” yerine kullanılmış. Sonra Uygur metinlerinde karşılık geliyor. Erk, Türk, erkli, Türklü” gibi. Anlıyoruz ki güç, kuvvet, kudret, güçlü, kuvvetli...

Şimdi Asya’nın ortasında çıkan bir kavimin Mançurya’dan Hazar Denizi’ne kadar bir coğrafyayı iki yüz yıl kontrolü altına alan bir kavimin, komşuları tarafından isimlendirilen sıfatı “güçlüler, kuvvetliler, kudretliler”miş. Yani Türk adının anlamı bu.

Göktürk’e geçmeden önce Türkiye’de çok fazla karıştırılan, Türk aleminde de karıştırılan bir konuyu daha söylemek istiyorum. Milletlerin daima iki kimliği olmuştur. Birincisi üst kimlik dediğimiz tabiiyettir. İkincisi alt kimliktir, etnik kimliktir. Diyelim ki bir aile 40 sene önce Almanya’ya göçtü. Yirmi yıl orada çalışan baba, sonunda siyasi ve madde hakları için Alman Tabiiyetine geçti. Şimdi ona soruyorlar, “Sen hangi millettensin”, “Ben Almanım” diyor. “Etnik yapın ne” diyorlar, “Türküm” diyor. Yani tâbiyet üst kimliktir, bunun altındaki etnik yapı alt kimliktir. Şimdi Alman vatandaşı olan Türk gibi Yugoslav da var, Yunan da var, İtalyan da var, İspanyol da var... Ama hepsi “Ben Almanım” diyor. Türkler’de bu karışık. Çünkü Türk üst kimlik, ama Türkiye Cumhuriyeti bunu isim olarak aldığı zaman, etnik yapı olarak alt kimlik de Türk, üst kimlik de Türk oluyor. Yurtdışına gittiğimiz zaman bir Özbek Türküne “Sen kimsin” diye sorduğumda “Ben Özbeğim” diyor. “Türk değil misin” diyorum, “Hayır sen Türksün ben Özbeğim” diyor. Alt kimlikleri söylüyor. Dolayısıyla Türk kelimesi Türk asıllı olan bütün halkların üst kimliğini ifade ediyor.

Bu eskiden beri böyle demek ki...

Her zaman için böyle. Türk kelimesi, ırkı değil yalnız, Türk asıllı halkların tamamının üst kimliğini belirtir. Göktürk metinlerinde bunu görüyoruz. “Dokuz Oğuz milleti kendi milletim idi. Bir yılda beş defa savaştık”. Yani Anadolu’da 26 tane beylik vardı. Bu beylikler yavaş yavaş birbirine bağlandı. Sonunda iki tane kaldı. Karamanlılar ve Osmanlılar. Bunlardan birisi öbürünü kendine bağladığında Anadolu birliği oluşacaktı. Osmanlılar galip geldi, İstanbul alındıktan sonra adı Osmanlı İmparatorluğu oldu. Karamanlılar galip gelseydi, onlar İstanbul’u alacaktı, Karamanlı İmparatorluğu olacaktı. Yani şimdi Konya’da oturan öz be öz Türk olan Karamanlılar ile Bilecik’te oturan öz be öz Kayı boyundan olan Osmanlılar ayrı milletin çocukları mı?

Birlik için, liderlik için mücadele ettiler. Asya’da da öyle. Türk kavminin içinde Oğuz var diyor, ona benim parçam diyor, Tatarlar var diyor, Uygurlar var diyor, Kırgızlar var diyor. Anlıyoruz ki bunların kabilelerinin sayıları belli. O halde Türk asıllı halkların kendi altında  kabileleri var. Mesela Tatar kabileleri, Uygur kabileleri, Kırgız kabileleri. Bunların da kendi içinde alt grupları var. Kaşgarlı Mahmud’dan itibaren Oğuzlar’ın teşkilatını biz tam olarak biliyoruz. Çünkü Oğuz kabileleri 24 tane. Her birinin ayrı damgası var. Divan-ı Lugat it Türk’te bu damgalar işaret edilmiş. Reşidüddin’in Cami üt Tevarihi’nde işaret edilmiş, Faruk Sümer hocamız bunu Oğuzlar’da yazmış. Biz bakıyoruz ki Anadolu Türkleri, Türkmen Türkleri, Azerbaycan Türkleri bunlar, Kerkük, Musul, Kıbrıs, Balkanlar’da bulunan Türkler Oğuz grubundan. Ama bunun dışında...

Bir anlamda Batı Türkleri...

Batı Türkleri diyoruz. Bunun dışında Oğuz grubunun doğusunda olanlar var. Bunlara Özbek ve Uygur diyoruz. Yani Doğu Türkleri. Bunların ikisi birden güneydoğu Türkleri ve güneybatı Türkleri diye de düşünülebilir. Çünkü bunun üstünde bir kuzeydoğu ve bir kuzeybatı Türkleri var. Kuzeydoğunun yapısı kendi içinde ikiye ayrılıyor. En yukarıda Yakutlar. Biz ona Sahalar diyoruz.

Yakut Ruslar’ın verdiği isim mi?

Hayır, Moğollar’ın verdiği isim. Yaku Moğolca. “t” çokluk eki, “lar” demek. Saha kelimesinin Moğolcası Yaku’dur. “s”ler “y” olur. “k”lar “ı”olur. Yakut Sahalar’ın Moğolcasıdır. Sahalar’ın karşısında batıda Çuvaşlar var. Bunlar “r” diliyle konuşur. Bunların dilinde “z” yoktur. Bunların altına indiğinizde, bizim Güney Sibirya  dediğimiz bölgede Tuva, Altay, Hakas, Şor gibi Türk kabileleri vardır. Onların altında Kazak, Kırgız kabileleri batıya gittiğinizde Başkırt, Tatar kabileleri vardır. Bunlar Kırım’a kadar gelir. O zaman Kırım’da bulunan Tatarlar, Kafkasya’da bulunan Karaçay, Balkar, Kumuk ve Kazak Kırgızlar da kuzey Türkleri’dir. Yani altıya ayırsak en yukarıda batıda Çuvaş, doğuda Saha, ortada diyelim Tatar şiveleri öbür tarafta Kırgız, Kazak şiveleri, onun altında Oğuz grubunun doğusu ve batısı, yani Türkmen, Azeri falan. Nüfusa göre bakarsak, 70 milyon Türkiye, 10 milyon Azerbaycan, 5 milyon Türkmenistan, 15 milyon da civarda bunları konuşanlar, İran’da 30 milyon Azeri var, şöyle bir toplarsanız batı Türkçesi’ni konuşan 120 milyon civarında Türk var. Özbekistan 25 milyon, Kazakistan 10 milyon, Kırgızistan 5 milyon, diğer Türkleri de toplarsanız 80 milyon kadar ediyor. Yani 200 milyon Türkçe konuşan, genel Türkçe ve onun lehçelerini konuşan insan var.

Amerika’da İngilizce konuşuluyor, İngiltere’de İngilizce konuşuluyor, efendim bunlar ayrı dil denmiyor, Arap dünyasında diyelim ki Suriye, Irak birbirine düşman ama ikisi de aynı dili konuşuyor. Kahire Cezayir’le veya Fas veya Tunus ile veyahut Suudiler’le düşman. Bunların her birisi ayrı devlet. Ama hepsinin dili Arapça. Bize geldiği zaman Azerbaycan’dan gelen her Türk benimle, sizinle gayet güzel anlaşır. Ama onu Türk saymazlar. Efendim o Azeri, siz Türksünüz. Yani Batı dünyası Arap’a geldiği zaman dili tek sayıyor, Türk dünyasına geldiği zaman ayrı sayıyor. Batı ile anlaşamadığımız şey bu.

Ben yurtdışına çok fazla gidip gelen biriyim, özellikle Türk dünyasına. Bana sordukları zaman “hangi millettensin” diye. “Ben Oğuz Türküyüm” diyorum. Ben böyle dediğim zaman karşımdaki “Haa, kardaş ben de Kazak Türküyüm” diyor. O Türklüğü kabul ediyor. Ama “Ben Türküm” dediğim zaman o Kazaklığa gidiyor. O öyle zannediyor. Türklük bizim üst kimliğimiz. Kabilemiz alt kimliğimiz.

Tekrar Göktürkler’e dönelim. Niçin Göktürkler diyoruz. Bir yerde geçiyor bu ve anlam açık değil. Eski Türkçe’de “g” ile başlayan kelime olmaz. Bütün kelimeler “k” ile başlar. “K” ile başlayan kelimelerin anlamları farklıdır. En baştan başlayalım, “kök” demek, bugün  kullanılan şekliyle bir ağacın veya bir bitkinin toprağın altındaki kısımlarına denir. Eskiden de kök diyorduk şimdi de. İkinci olarak, bugün Türkiye Türkçesi’nde anlamı hiç ilgisi olmayan bir şekilde “g”leşmiştir, gök diyoruz, bu sema karşılığı hatta biz buna bir kelime daha ekliyoruz, gökyüzü diyoruz. Sema karşılığında, eskiden tanrı karşılığındadır, tanrı kelimesinin esas anlamı gökyüzü demektir çünkü. Üçüncü bir anlamı bu kelimenin, “doğu”dur. Bunun sebebi, eskiden bugünkü gibi uydular yoktu. Güvercinle haber gönderilirdi. Düşmanınız onu okla avlayabiliyor. Daha sonraları ulak gönderiyordunuz, casus diye yakalanıyordu. Komutan orduya nasıl kumanda edecek? Asya’da renklerle kumanda etmeyi öğrenmişler. Renklerle kumanda ederken, her yön için bir renk koymuşlar. Mesela doğu yönünün rengi mavi, güney yönünün rengi kırmızı, batının rengi beyaz, kuzeyin rengi kara. Merkezin rengi de sarı, ona da altın demişler. Mesela size örnek vereyim, Altınordu imparatorluğun bütününün adı ama veliaht doğuda oturuyor. Altınordu ikiye ayrılmış. Kökorda ve Akorda. Akorda batı tarafı yani. Çin’in tam ortasından geçen bir su var. Huang ho. Sarı  Su demek. Niçin ona Sarı su diyorlar? Suyu mu sarı? Hayır. Ortadan yani merkezden geçtiği için. O yüzden merkez nehri diyorlar. Göktürkler bu nehre Yaşıl ögüz diyor. Yaşıl mavi demek. Mavi ögüz yani Mavi nehir demek. Oradaki mavi kelimesi doğu demek. Demek ki kendileri Huang ho’nun batısında oturuyor. Moğollar bu nehre Karamören diyor. Kara kuzey demek. Mören de nehir demek. Türkiye Türkçesi’nde müren diye bildiğimiz kelime. Zeki Müren’in soyadında geçen yani. Kara mören Kuzey suyu demekse, Moğollar Sarı Su’nun güneyinde oturuyordu. Buna göre bizim Kızılbaş dediğimiz kişiler orduda hücum edilen tarafın yedek kuvvetleridir. Güneyde olan kuvvetler...

Çünkü kırmızı, kızıl...

Evet. Karapapak dediğimiz karabaşlıklılar onlar ordunun kuzeyinde hücuma göre önde olan kuvvetlerdir. Kağan veya ordunun başındaki kişi yüksek bir yere gidiyor, düşmana bakıyor. Diyor ki önce doğudan hücum edilse iyidir diyor ve mavi bayrak çekiliyor. Doğu tarafı bunu anlıyor ve hücum ediyor. Yahut siyah bayrak çekiliyor kuzey hücum ediyor. Bunun en güzel örneği sinemalarımızda oynayan kung-fu filmleridir. Dikkat ederseniz karşı taraf asla hücum etmez, önce bir flama çeker. O flamayı çekmeden hücum olmaz. Flamalar çekilir, bayraklar, sancaklar, renkler gösterilir sonra hücum edilir. Dolayısıyla bu kök kelimesi ile doğunun ifade edilmesi bizim Göktürk kelimesini açıklamamıza belli bir ışık tutuyor. Çünkü Tonyukuk yazıtını 40 yıl kadar önce yayımlayan Rene Giraud sözcüğü “gök” olarak aldı. “Çünkü tanrı onlarda semavidir. Gökten gelen bir kudret ona verilir. Bunlar semavi Türkler, Göktürkler” dedi.

Yani tanrının gökyüzünde oturduğunu düşünen veya kabul eden Türkler anlamında mı söyledi bunu...

Hayır, hayır. Gökyüzündeki tanrıdan kuvvet alan Türkler anlamında söyledi. Başkaları da diyor ki “Hayır, bu Köktürkler Doğu Türkleri demektir. Biz hiçbir zaman Göktürkler demiyoruz. Türk Kağanlığı diyoruz. Türk Kağanlığı ikiye ayrıldı. Bir tarafta büyük kağan oturdu. Batı tarafına da kardeşi İstemi’yi gönderdi. İkiye ayrıldığı tarih 603’tür. Çinliler sırayla, bir kısmı, bir kısmı diyerek 630’da Türk Kağanlığı’nı hakimiyetleri altına aldı. 680’de otuz kırk kez isyan ettikten sonra esaretten kurtulundu. Ve yeniden eski kağanlık canlandırıldı Kutluk Kağan ile ki Oğuzlar’ı yendiği zaman İltiriş Kağan olacaktır. İltiriş Kutluk Kağan demek yanlıştır. Son unvanı İltiriş Kağan’dır. İl halk demek, ülke demek, iltirmek halkı, ülkeyi birleştirmek demek. İltiriş Kağan ülkeyi ve halkı birleştiren kağan demektir.

Türk kağanlığının tekrar doğuşu doğu tarafında olduğu için bunlara Köktürkler yani Doğu Türkleri isimlendiriyorlar. Köktürk Kağanlığı içinde herkesin Türk olduğunu kabul etmek mümkün değil. Çünkü gittiğiniz coğrafyanın yerli halkı var. Türk asıllı olabileceği gibi Hint-Avrupa asıllı da olabilir. Mesela Hazar Gölü kıyısındaki eski Türkler “r” konuşan Hazarlar’dı. Onlara tabi olan Bulgar kavmi vardı o zaman. Bulgarlar da Türk asıllıdır. Hazarlar bu kavmi fazla sıkınca bu kavim Anadolu’dan Tuna nehrinin kenarına doğru gitti.

Anadolu’dan mı Karadeniz’in kuzeyinden mi gitti Bulgarlar?

İlk olarak Anadolu’dan. Kuzeyden gitti ama Tuna nehrine gitti. Biz bunlara Tuna Bulgarları diyoruz. Beşinci asırda itibaren gitmelerini takip edebiliyoruz. 6., 7. asırda oradaki yerleşik Sekene ile  yani Slav asıllı halklarla kaynaşıp Hıristiyanlığı kabul ediyorlar. Ancak göç dalga dalga devam ediyor. Bir kısmı da bu arada İdil Nehri kenarına yani Volga’ya gidiyor. Bunlara da Volga boyu Bulgarları yahut İdil Bulgarları diyoruz. Başşehirleri de Bulgar şehridir. Bunların kabul ettikleri din de İslamiyet. Türkler arasında İslamiyet’i ilk kabul edenler bunlardır.

Ben Oğuzlar diye biliyordum...

Hayır Oğuzlar beş, on yıl sonra. Oğuzlar’ın Karahanlılar boyu yani. Şimdi diyelim ki bulgamak karışmak fiilinden, bulganmak Doğu Türkçesi’nde, Türkiye Türkçesi’ndeki karşılığı bulanmak. Bir nesnenin başka bir nesne ile karışması demek. İşte Bulgar kelimesi karışık demek.

Ar çoğul eki değil midir?

Hayır, “bulgamak”tan “r” ile yapılmış isim. Ya “r” ile yapıyorsunuz, eğer bir ünlü ile bitiyorsa “r” ile, sessiz ile bitiyorsa “ar”, “er”, “ır”, “ir” ile yapıyorsunuz. Esasında Bulgarlar’ın etnik yapısının yarısı Türk asıllı. Ama 8. asırda  din değişimi ile Slavlaşmış sonra ikinci bir dönem başlamış, 1300’den sonra Osmanlı oraya gitmiş. Müslüman Oğuzlar ile Hıristiyanlaşmış olan eski Türkler beraber yaşamışlar. Yüzlerce sene geçmiş, Sonra tekrar milliyetçilik hissi... bu dinle gelmiştir zaten. Osmanlılar Viyana önlerine kadar gittiğinde oradaki halkların dinini değiştirseydi, kılıç zoruyla dinini değiştirseydi, dilini değiştirseydi bugün Avrupa’da bambaşka bir çehre olacaktı. 400 sene içinde Türkleşen, müslümanlaşan bir Avrupa olacaktı. Şimdi bunu size nasıl söyleyeyim, Osmanlı olarak biz Habeşistan’ın altına kadar gittik, Mısır’da, Fas’ta, Tunus’ta yüzlerce, binlerce kişimiz vardı. İmparatorluğun burayla ilgisi kesildiği an yavaş yavaş bu kişiler nesiller geçtikçe Araplaştılar. Renkleri değişti, elbiseleri değişti, zihniyetleri değişti, dilleri değişti. Bugün Almanya’daki üçüncü nesil gibi. Büyükbaba gayet güzel Türkçe konuşuyor, 40 senedir Almanca öğrenememiş, anne babası çat pat Almanca konuşuyor, iki dilli ama çocuğa gelince tek dilli, çok güzel Almanca konuşuyor. Ama hiç Türkçe bilmiyor. Ama Osmanlı tabii fethettiği yerlerin diline, dinine dokunmamış. Avrupa’ya yapılan hanlar hamamlar, Anadolu’ya yapılsaydı şimdi on iki bin tane yapı olacaktı. Çünkü envanter elimizde Avrupa’da Osmanlı’nın yaptırdığı on iki binden fazla köprü, han, hamam, kervansaray var.

Doğu Hun İmparatorluğu’nun çöküşüyle Türk kağanlığına kadar olan süre içinde ne olduğuna ilişkin bir bilgi var mı?

Bir defa, imparatorlukların yapısına bakmak lazım. Yani ben 1986 yılında Moskova’ya gittim. Azerbaycanlı bir meslektaşım birisi geliyor, bana “Bu gördüğün Özbek” diyor, diğeri geliyor “Bu Kırgız” diyor. Öbürü geliyor “Tatar” diyor. “Tevfikciğim bunların yüzünde mi yazıyor, nereden anlıyorsun yahu” dedim. “E başlıkları var baksana” dedi, “Kırgız şapkası giyiyor, başka halk bunu giymez”. “Bak bu doppa Özbek’in doppası” dedi. “Ne kadar etnik grup var Rusya’da” dedim, “140’dan fazla” dedi. Bir milyar 250 milyonluk Çin’de 55 etnik grup var. 56. sı Çinli. Bunun müzesi var, milli kıyafetlerini sergilemiş adam, bunu yapmış. Mesela Kazak, Kırgız, Uygur, Salar, 56 tane camekanı koymuş oraya.

Türk asıllı halkların kurmuş olduğu imparatorluklarda Hun İmparatorluğu, Türk Kağanlığı arkadan Selçuklu, onun yanında Çağatay İmparatorluğu ve Moğollar’dan kalan soy Timur, oradan aşağıya inin Babür’e kadar giden Hindistan İmparatorluğu. Anadolu’da Osmanlı İmparatorluğu, bunlar büyük bir coğrafyayı kumandaları altına almışlardı. Tabii burada halklar var. Dolayısıyla Türkiye’de nasyonalist davranıyorlar, “Efendim Hunlar Türktü” diyorlar. Hunlar Türk değildi. Bunların içinde başka etnik gruplar vardı. İmparatorluğu idare eden hakim zümre Türk’tü. Bunu kabul ettiğimizde bizde bir eksiklik olmuyor ki...

Tam tersine...

Tabii, İran’da yüz sene önce Kaçar hanedanı hakimdi. Kaçar hanedanı Türktü be kardeşim. Pehlevi hanedanı yoktu ki! İki tane Pehlevi geldi, baba Şah Rıza Pehlevi, oğul Şah Rıza Pehlevi. Batı onu devirdi, şimdi veliaht prens hazretleri üçüncü Pehlevi. Yani aryami, ari ırkların güneşi, Türkler’den 1917’de aldı bunu. Yani idare eden hanedanın Türk olması ayrı halkın Türk olması ayrı şeyler. Halen İran’da nüfusun yarısı Türk. Biz İran’ın etnik yapısını sorgulamıyoruz. Azerbaycan’ın etnik yapısını sorgulamıyoruz. Çin’in etnik yapısını sorgulamıyoruz. Ama bu eğer bir imparatorluksa bunun içinde başka gruplar da var. Mesela Hunlar hangi dili kullanıyordu? Bugün bize Hun dilinden geçmiş olduğu rivayet edilen kelimeleri incelediğimizde bir sonuca varmamız gerekiyorsa o kelimelerin hiçbirisi Türkçe değildir. O halde Hunlar Türkçe konuşmuyorlardı diye bir kural koymanız gerek. İkincisi Hunlar’ın Türkçe konuştuğunu kabul ederseniz ki kaynaklar zaten böyle söylüyor, o zaman da bugün bize değişik kaynaklardan gelen kelimelerin hiçbirinin Hunca asıllı olmadığı, geçen dillerde dejenere olduğu kabul edilmeli. Aynısı Selçuklular için de geçerli. Diyelim ki Selçuklular hangi millettendi? Selçuklular Türk müydü? Eğer Selçuklular Türk ise niçin bir tek satır Türkçe yazıları yok? Hep Arapça, Farsça kullanmışlar. Eğer kullandığı dile bakacaksak bunlar Türk değil diyeceğiz. Ama elimizde binlerce arşiv vesikası var ki Selçuklular’ın Türk asıllı olduğunu ispat ediyor. O halde demek ki iki, üç dilli idiler. Türkler’de iki, üç dilli olmak gayet doğal.

Yalnızca Hunlar’ı kastederek söylemiyorsunuz herhalde...

Ben yakından geriye doğru gitmek için örnek veriyorum. Bakın Timurlular’a...

Türk-Moğol...

Hayır, Moğolca kullanmazlar ki! Farsça ve Türkçe kullanırlar.

Peki neden Türk Moğol İmparatorluğu denir?

Onu karıştırmayın. Benim fikrim başka şeyden dağılıyor. Bugünkü Azerbaycan’a bakalım. Bunlar Azerbaycan Türkçesi ve Rusça konuşuyor. İran’a gidelim, Tebriz’deki Azeri, Azeri Türkçesi ve Farsça konuşuyor. Doğu Türkistan’a gidelim, oradaki Uygur, Uygurca ve Çince konuşuyor. Demek ki Türkiye’nin dışındaki Türk Dünyası, eğer başka bir milletle beraber yaşıyorsa iki dili de konuşuyor. Köl-tigin ve Bilge Kağan yazıtlarının bir yüzü Çince, üç yüzü Türkçe. Karabalgasun yazıtının bir yüzü Soğdca, bir yüçü Çince diğer yüzü Türkçe. Dolayısıyla Hunlar’ın kendi imparatorlukları içinde kullandıkları asli dilin dışındaki dillerden gelen kelimeler bugünkü kelimeler demek ki! Bu bakımdan biz tarihi gerçek olarak Hunlar’ı Türk asıllı sayıyoruz. Ama mesela Hun mu okuyacağız? Elli sene önce bunu Hün diye okudular, iki gözlü “h” ile yazdılar. Ee, şimdi Şehir Tiyatrosu aktörlerinden Agah Bey, oğlu Hadi “Hün” soyadını aldı. Biz şimdi sizin soyadınız Hün değil Hun mu diyeceğiz? Yılmaz Öztuna 60’lı yılların ortasında Hayat Tarih mecmuasında dedi ki, “Belki bunlar koyunlu Türklerdi. Kon kelimesinden gelebilir”. Koyunlu Türkler olur mu diyeceksiniz? E, Akkoyunlu Devleti var mıydı, Karakoyunlu Devleti ya da! Karakeçili var sonra.

Damgaları var zaten...

Evet, damgaları var. Olur olmaz bilen bilmeyen konuşuyor. Dolayısıyla şimdi Asya’daki büyük bir imparatorluktan sonra arada gelen zaman nasıl kapatılır diye sordunuz. Göktürkler acaba Hun İmparatorluğu içinde imparatorluğu teşkil eden belkemiğinin devamı mıydı? Çünkü Asya kültüründe Göktürkler’den önce Tagar kültürü var. Bu metinler okunmamış durumda.

Çözülemediği için mi?

Çözülemediği için. Daha okunamıyor. Acaba bu Hint Avrupa asıllı bir kültür mü dil olarak, yoksa Ural-Altay menşeli mi? Ben 1991’de Leningrad Üniversitesi öğretim üyeleriyle Güney Sibirya’daki arkeolojik kazılara katıldım. Müzede bizim Yenisey yazıtları var. Ama daha önceki Tagar Taşnik kültürüne ait taşları almışlar. Onun üzerine, onların resimleri üzerine Türkçe metinleri yazmışlar. Hakasya’daki Abakan Müzesi’nde bir sürü eski Hakas işaretleri var. Acaba bunların dil değeri var mı? Bilmiyoruz. Altay bölgesinde 60 civarında yeni Göktürk harfi dediğimiz runik işaretli metinler bulundu. Ama metinler okunamıyor Türkçe ile. Acaba bunlar Hunca mı? Yahut başka bir dilden mi?

Hunlar’ın yazıları var mı kullandıkları?

Bu Hunca’dır dediğiniz bir yazı yok ki. Olsa o okunmaya çalışılacak.

Mezar kazılarından da bir yazılı metin çıkmadı değil mi?

Hayır. Değişik belgelerde kelimeler var. Ermeni kaynaklarında, Bizans kaynaklarında şu kelimeler Hunca diyor. Tabii bir de Doğu Hunları var, Batı Hunları var. Atilla’nın oğlu Dengizik’e kadar ki Dengizik küçük denizcik anlamındadır...

Türkçe mi bu?

E Türkçe diye söyleniyor.

Volga civarındaki Cermenlerle ilişkilerden kalma bir isimdir deniyor buna... Atilla’nın amcasının adı da Rua...

Efendim bunlar spekülasyonlardır. Pek girip de kimseyi rahatsız etmek istemiyorum. Acaba o Germen kabilelerinin ne kadarının dibini araştırırsanız saf, ari Germen çıkar? Mesela Türingen bölgesine bakın. Acaba o Türingler Türk asıllı mıydı, Germen asıllı mıydı? Adama bunu ispat ederseniz dengeler değişir. O bakımdan ben bu konulara girmeyeyim yani... Benim saham değil.

Kül Tigin yerine Köl Tigin’i önermiştiniz? Kabul gördü mü acaba bu öneriniz?

Hiç şüpheniz olmasın ki Türkiye Türkçesi’ndeki göl kelimesinin eski şekli olan köldür. Çünük Radloff bunu yanlış bir etimolojiyle okuduğunu sözlüğünde itiraf ediyor ama Türkiye’de kimse Rusça kaynak kullanmadığı için anlaşılamadı. Küüg kelimesini yanlış okumuş Radloff. Kü-lüg olması lazım, şanlı şöhretli yani. Radloff kül-üg okumuş. Sonra bunu düzeltmiş. Ama kül diye o yerleşmiş.

Kabul gördüm mü peki?

Bakın Oğuz Kağan’ın çocuklarına bakın, Oğuz Kağan’ın kozmik birinci karısından üç çocuğu var. Sonra kozmik ikinci karısından da üç çocuğu oluyor. Bu çocukların adı nedir? Gök, Dağ, Deniz, Ay, Kün, Yılduz. Gök dağın üzerinde, dağ denizin üzerinde. Bizim bilgimize göre kainatın yaratılmasında deniz, denizin üstünde kara, karanın üstünde gök var. Yani Deniz Han, Dağ Han, Gök Han. Bunlar yeryüzünde. Biraz daha yukarıya çıkarsanız, ne görüyorsunuz, Ay, sonra Güneş, sonra da yıldızları görüyorsunuz. Yani kainattaki nesneler Oğuz Kağan’ın çocukları. O halde kainatın kendisi Oğuz Kağan’ın kendisi. Eğer kainat bu altı maddeden müteşekkil ise onların babası, içinden çıktıkları nesne Oğuz. O halde Oğuz da kainatın kendisi.

Şimdi Türkler Denizi isim olarak veriyorlar, Müren, Zeki Müren işte, nehiri isim olarak veriyorlar, gölü vermiyorlar. Oysa yüzlerce örnek var Divan-ı Lugat it Türk’te. Mesla Moğolca dalay deniz demek.

Dalay Lama...

Dalay Lama, bilgisi deniz gibi olan demek. O kelime Oğuz Kağan’da taloy okunmuş. Bizde şimdi bir sürü taluy var. Yani denizi isim olarak kullanacaksınız, nehiri kullanacaksınız göle gelince olmayacak. Ecdad kullanmış işte. İsimler nasıl olur, ya coğrafi olur, ya hayvan isimleri olur. Mesela bizim koridorda hocalarımızın soyadları yırtıcı hayvanlardandır. Talebenin birisi diyor ki, “Giremem abi, giremem koridora, sağ tarafta Ali Nihat Tarlan var, yırtıcı kartal, öbür taraftan gitsem Mehmet Kaplan var, biraz ileriye gitsem Kemal Erarslan var, biraz daha ileriye gitsem Ali Alparslan var. Arslanlar, kaplanlar, tarlanlar var abi”.

Yani Ertuğrul var değil mi, tuğrul ne, yırtıcı bir kuş, Çağrı yine öyle bir kuş. Doğan en fazla kullanılan isimdir, Erdoğan diyoruz, Ertuğrul diyoruz, üstelik erkeklerini söylüyoruz. Yani ya tabiattaki hayvan isimlerini alıyorsunuz, ya da coğrafi isimleri. Mesela Hintliler’de İndra Gandi, indra şimşek, yıldırım demek. Ama o bir tanrıydı Hinduizm’de. Onu alıyor isim olarak. Ya da birçok kişinin adı Aşok bugün. Aşok M.Ö. 6.asırda doğan Budizm’i bütün Asya’ya yayan bir Hint kralının adı. Yani bu bizdeki Muhammed’den gelen Mehmet ya da Mustafa adıyla eşit. Nasıl peygamber sevgisinden dolayı Mehmet kullanıyoruz onlar da Aşok ismini kullanıyor.

Söz hayvandan açılmışken son zamanlarda Türkler’in totemi kurt değil dağ keçisiymiş gibi haberler çıktı basında. Nedir aslı?

Burada Cengiz Bey’in (Erzurum Üniversitesi’nde öğretim üyesi. Göktürk damgasını inceleyerek açıklamayı yapan bilim insanı, b.n.) yerden göğe kadar haklı olduğunu söyleyeyim. Ama gazeteci anlamamış. Ben size açıklayayım. Bir defa hiç kimsenin şüphesi olmasın ki Asya totemleri içinde Türk halkının totemi kurttur. Kurttur ama rengi ve cinsiyeti bellidir. Boz renginde olacak ve dişi olacak. O bizim efsanevi annemiz, babamız değil. Moğollar’a gittiğiniz zaman onların efsanevi ceddi bir köpektir. Ancak rengi ve cinsiyeti bellidir. Sarı ve erkek olur. Hint’e gittiğinizde Budizm’in efsanevi hayvanı beyaz fildir. Her milletin totemi vardır. Ruslar’ınki ağır siklet güreşçilerinin adı da olan Medved’dir, yani “ayı”dır. İran’a giderseniz Şiilikten dolayı arslanı almışlardır. Bizans’a bakarsanız...

Kartaldır...

Çift başlı kartaldır. Çünkü doğu ve batının hakimiyetini ifade ettiği için... bugan Alman parlamentosunda arkada duvarda görülür. Fransızlar’a gidin horozdur. Çinliler ejderi almıştır. Bir defa bizimkinin bozkurt olduğunda kimsenin şüphesi yok. Bizim sevimli Cengizimiz de bozkurttan hiç vazgeçmiş değil. Onun söylediği şu: Köl Tigin anıtının üstünde bir damga var. Bu damgayı Radloff dağ keçisi olarak söyledi. Ama daha sonraki araştırıcılar bunun sığır olduğunu iddia ettiler. Bu hanedan damgasıdır, Aşina ailesinin, Bilge Kağan’ın ailesinin damgasıdır. Bunu inceledim, bu dağ keçisidir. Çünkü keçi zirvede en yukarıya çıkar.” Türkler’in milli hayvanı bozkurt değil keçiymiş diyor gazeteci. Oysa bu yanlış. Zaten aktüel ilmi dergilerde Cengiz’in açıklaması çıkacak. Bozkurt meselesi hiçbir zaman bir rahatsızlık vermemeli. Ancak 1969’da MHP’nin gençleri gençlik koluna bozkurtu aldılar. Halbuki MHP’nin bayrağında üç hilal vardır. Yani üç kıtaya hakim olan Osmanlı’yı esas alır. Dolayısıyla birçok cahil kişi bozkurtun Milliyetçi Hareket Partisi’nin işareti olduğunu zannediyor.

Kendileri de öyle zannediyor aslında...

Hayır. Gençlik kolları almıştır. O zamanın Halk Partisi’nde Ecevit buna büyük muhalefet etti. Çok büyük bir hataydı. Diyecekti ki “Bu milletin motifidir. Hepimiz Türk soyundan geliyoruz. Bu bizim umumi motifimizdir”. Ama bunu demediler, bozkurtu dışladılar. Dışlayınca bir partinin gençlik kollarına mensup oldu ve kardeş kavgası doğdu. Askerler bunu bitirdi. Yani bu Mao’nun Konfüçyüs’ü yasak etmesine benziyor. Mao ölüyor ama yaşı binleri bulan Konfüçyüs yine konuşuluyor. Şimdi Türkiye’nin hakimi mutlağıyım, Yunus Emre’yi de yasaklıyorum, güç de bende deseniz ne olur? Çünkü Yunus Emre 750 yaşında. Kim yasaklayabilir! Dolayısıyla bugünler geçer. Bozkurt bizim efsanevi ceddimiz. Kabul edin etmeyin... Totem devrinden kalmış ne yapalım. Reddetsek neyi getirecek bize, kabul edersek cebimize ne girecek? O bir kültür işareti artık. 21. yüzyılda bu gibi sığ şeyleri mesele yapmanın alemi yok.

Atilla’ya ilişkin olarak...

Etimolojisini bilmiyoruz. Beşinci Onomastik Kongresi’nde Prof. Ahmet Caferoğlu kelimeyi Türkçe izah ediyor, At-il-la diyor. O arada Ziyaeddin Fındıkoğlu işi bozuyor, İndogermenlar hemen “Bu kelime Türkçe değil” diyorlar. Dolayısıyla Atilla mı, Attila mı belli olmuyor. Hocamız bunu Türkçe izah etmek istedi. Bu kavga sürer gider yani Türk tarihinde böyle enteresan noktalar var...

Şunu soracaktım, İklil Kurban Yaşlı Tarihin Yankısı’nda Sattarov’a dayanarak diyor ki “Attila, İdel kişisi yani İdil boyunda doğan anlamındadır.”

O izahlardan bir tanesi... Bizim Volga dediğimiz nehrin adı Etil’dir eski Türkçe’de.

İtil mi Etil mi?

Divan-ı Lugat it Türk’te elifle yazıyor ve Etil okunuyor. Bizdeki “e”lerin hepsi Tatar Türkçesi’nde “i”dir. Yani biz et dediğimiz zaman onlar it diyor. Biz it dediğimiz zaman onlar et diyor. Tatar geliyor Türk kasaba “Efendim, sizde it var mı?” Kasap satırı alıyor “Ulah hüayvan herif, ben niye it satayım, ben et satıyorum” diyor. Tatar kaçıyor ve bağırıyor “Vıy babo, bunlar köpek satıyor” diyor. Onun için Divan-ı Lugat it Türk’te Etil kelimesi Tatarca’da İtil diye geçer. İki ünlü arasında “t”ler “d” olduğu için İdil Suyu derler Volga’ya. İşte buradan İtil’i Atil olarak alıyorlar, yani İtil suyunun kenarında yaşayan kişi anlamında. Bunların hepsi zorlamadır. Bence fek kaynağa dayanmayan şeylerin ilmi değeri olmaz. Mesela İkonia, yok iki tane şeyh uçuyormuş da kon ya mübarek demiş, orası Konya olmuş. Cennet burası demişler Bursa olmuş. Alania Alanya olmuş. Mal a tiye Malatya olmuş. Malateus orası Grekçe yahu. Taurus Dağları var. Türkçeleşince Toros olmuş.

Anatolia başta zaten...

Anatolia tabii. Skutaria... Ordugah demek. Bizans hiçbir zaman orduyu Rumeli yakasında tutmamış ihtilal olur diye, suyun öte yakasına geçemesinler diye. Şimdi Skutaria Üsküdar olmuş ama Üsküdar’ın bir anlamı daha var. Bu her 30-40 km.deki menzillerin adı. Oralarda atlar var, ulak gidiyor, iniyor tara torbasıyla, ikinci ata atlıyor devam ediyor. Onu takip ediyorlar mektubunu almak için, ama takip edenlere diyorlar ki “Atı alan Üsküdar’ı geçti”. Yani yeni bir ata bindi. Daha hızlı gidiyor, yetişmeniz mümkün değil. Bizim Üsküdar’ın Rumca’dan kalan bir kelime olduğunu kimse bilmiyor ki... İstanbul’un adını alın. Poli şehir demek. Grekçe’de nereye gidiyorsun sorusuna İstanpoli diyor. Yani “şehire gidiyorum” diyor.

Yani Constantin’in kurduğu şehir anlamında değil...

Hiç ilgisi yok. İ stan poli. “Stan” ekidir, a-e eki Grekçe’de. 30 asır önceki çivi yazılı belgelerden okuyoruz, güneyde bir nehir var. Tanais Nehri. Nereye gidiyorsun diyor, A Tana diyor. Yani nehire doğru. Yerleşim bölgesi suyun kenarında. İşte bu olmuş şimdi Adana. Yok Adonismiş yok bilmem neymiş, siz bunu belgeye dayandırmazsanız olmaz. Çivi yazılı belgelerde belli bu. Hint Avrupa dillerinde a orada datif ekidir. Yani yönelme hali eki. Şehire doğru, suya doğru, Tana’ya doğru gidiyorum diyor.

Göktürk kağanlarından T’a-po Kağan ve Şapolyo’da büyük bir Çin hayranlığından söz ediliyor...

Hiç yok. Bir defa Çince bilgimiz kifayet etmiyor. Son yirmi yıldaki metodlar tam tersini söylüyor. Bu kağanların hepsinin Türkçe isimleri var. Ancak Çince isimlerin Türkçe’de okunuşunun dört beş şeyi var. Bir defa Çinliler kendi işaretleriyle Türkçe kelimeleri yazıyor. İ-li-kü-lü diye yazıyor mesela, anlıyorsunuz ki iliği-külüğü şad baga ko-han diyor. Şapolyo dediğinde İşpara olduğunu anlıyorsunuz. Yani beykağan. Onlar hiçbir zaman kendilerine Çin ismi almıyorlar.

Bunu sormuyorum ama...

Başka bir şey anlatayım o da çıkacak... Kuzey Barbarlarının adı Hular. Hu kelimesi bin yıl önce vu yahut go okunuyor. Çince’de r harfi yazılmaz. Eğer onu gur okursanız Ogurlar olur. Yani kuzeyde bulunan “r” konuşan Türkler olduğu meydana çıkar ki onların Onogur kabilesi, Orta Avrupa’ya gittiği zaman Hungar adını almıştır. Macarlar’ın kökeni Onogur kabilelerine dayanır. Yerleşik sekene ile karışmış bugün Macarlar olmuş. Bizim yazarımız vu’yu gördüğü zaman onun nasıl okunduğunu, etimolojisini düşünmüyor, demek ki Hunlar böyle idi diyor. Diyor ki kaynaklara göre Hunlar sarı saçlı, mavi gözlü idi. Bir milletvekili çıkıyor “Ey Süleyman Demirel” diyor 1976 yılında, “İbrahim Kafeoğlu Hocamıza yazdırdığın kitapta Türk tipi tarif ediliyor. Senin lepiska saçların nerede? Gözün mavi değil, sen Türk değil misin, suyun öbür tarafından mı geçtin” diyor. Bir iki tane şeyle böyle saç, göz şekli, rengi belirlemek tehlikeli şeyler. Türkler’de Çin hayranlığı yok yani. Bir örnek vereyim, Bugut yazıtı bulundu. Soğudca yazmışlar. Bugut yazıtında kağanların Türkçe isimleri geçiyor Soğudca harfleriyle, yani eski Uygur harfleriyle. Rahmetli Nihat Atsız fevkalade derin bir eski Türk tarihi bilen bir insandı, o tahmin etmiş ki bu kelimenin T’a-po’nun Türkçesi Tapar olmalı. Tapmak, bulmak... Kağanın adı Taspar Kağan çıktı. Yani Türkçesini bir “s” işaretiyle eksiksiz bildi. Benim adımı nasıl yazacaklar? A-su-ma-nu diye yazacaklar Çince’de. Ben Çin’de kendime mühür yaptırdım. Ama Osman yazamıyor ki. Birisi o mührü gördüğü zaman bu hoca Çinli miydi diyecek... Yani isminizi başka bir imla ile yazdığınız zaman zannediliyor ki başka şeyler alıyor. Çin kağanları Türk kağanlarına ünvan gönderiyor. Ünvanların gönderilmesi ayrı, Türklerin onu kullanması ayrı. Dolayısıyla ben kabul etmiyorum bunu.

Prof.Faruk Sümer T’a-po Kağan Çin’de doğmadığına esef ediyordu diyor.

Hayır, hayır, şimdi hiç onu düşünmeyin. Şimdi bizim bazı kişilerimiz çocuklarını gidip Amerika’da doğuruyorlar. Efendim Amerikalı olsun falan. Eski Türkler hiç öyle bir şey düşünmüyor. Ben eski Türkleri tenzih ederim. Bunlar yarım laflardır. Türk tarihinin asli belgeleri bulunduğu zaman eksik olan zincir parçaları meydana çıkıyor. Mesela Uygur kağanlarından beş tanesinin Türkçe taşını bulup isimlerini öğreniyoruz. Ama diğer 12 veya 15’inin ismi bize Çin kaynaklarından geldiği için zannediyoruz ki onların Çince isimleri var. Yok öyle bir şey.

Çin imparatorlarına yazdıkları mektuplarda da mı oynama var diyorsunuz...

Efendim, Fatih Sultan Mehmet Uygur harfleriyle yazmış. Türkiye’de Uygur harfleri mi kullanılıyor?...

Efendim bu söyleşi için çok teşekkür ediyorum.

Rica ederim.

Hunlar Türk müydü?

"Türk asıllı halkların kurmuş olduğu imparatorluklarda Hun İmparatorluğu, Türk Kağanlığı arkadan Selçuklu, onun yanında Çağatay İmparatorluğu ve Moğollar’dan kalan soy Timur, oradan aşağıya inin Babür’e kadar giden Hindistan İmparatorluğu. Anadolu’da Osmanlı İmparatorluğu, bunlar büyük bir coğrafyayı kumandaları altına almışlardı. Tabii burada halklar var. Dolayısıyla Türkiye’de nasyonalist davranıyorlar, “Efendim Hunlar Türktü” diyorlar. Hunlar Türk değildi. Bunların içinde başka etnik gruplar vardı. İmparatorluğu idare eden hakim zümre Türk’tü. Bunu kabul ettiğimizde bizde bir eksiklik olmuyor ki..."

(Osman F.Sertkaya söyleşisi)

Kerim DEMİR(www.kerimdemir.tr.gg)

 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol